Ermeni kadınlarının uzun, örgülü saçlarını gördüğümüz fotoğraflar çoğunlukla 1915 öncesinde çekilmiştir. Bu tarihten sonra Halep, Beyrut, Kudüs, İskenderiye, Kıbrıs, Syros, Atina, Pire ve diğer pek çok yerde çekilen yetim, öksüz ve hayatta kalan Ermeni kadınlarının saçları kısacık ya da sıfır numaradır. Hele de çocukların saçları özellikle kazınmıştır. Saçların kazınması kadınların ve genç kızların cinsiyetsizleştirilmesi, dışarıdan bakanın gözüne hoş görünmemesi, böylelikle kaçırılmaması, köleleştirilmemesi için alınan bir önlemdi. Bir başka deyişle kadınların saçları çok ciddi bir güvenlik sorunuydu. Bu nedenle, 1915 sonrasında uzun saçlı Ermeni kadını görmek son derece zordur.
Kolektifimizden Talin Suciyan Radyo Agos'ta Hratch Kozibeyokian'ın Ermeni halıları üzerine yaptığı çalışmalar üzerine konuştu.
Hratch Kozibeyokian babadan dokumacı. Babası halı dokuma işini Halep’teki kağtagayan’da (sürgün merkezi) hayatta kalan dokuyucu kadınlardan öğrenmiş. 1977’de Beyrut’tan Kaliforniya’ya gelerek, babasıyla birlikte halı restorasyonu mesleğini sürdürmüş. Hratch bize koleksiyonundan halılar çıkarıp teker teker bu halıların hikâyelerini “okumaya” başladığında, ne kadar temel bir bilgiden yoksun kaldığımızı, ne kadar dinlesem yetmeyeceğini fark ettim. O bir halıya bakıp bütün bir ömrü görüyordu. Bu da yetmiyor, dokuyanın tecrübesini, yaşını tahmin edebiliyordu.
İstanbul dışında doğan yayaların Ermenice ile ilişkileri de son derece ilginçti. Bazıları hiç Ermenice öğrenmemişken, bazıları yerel lehçelerinde konuştukları için ayıplanmışlardı. Özellikle İstanbul Ermenicesinin ideal ve hatta Ermenicenin en güzel versiyonu olduğuna ilişkin yanlış bilinç, bilinen yerel lehçelerin de hızla kaybolmasında aktif bir rol oynamıştı. Diasporada yaşayan arkadaşlarımızın yayalarının hikâyeleri ise, bizlerin hikâyelerinden farklı. Gerek Kilikya bölgesinden göç eden ve Halep-Beyrut hattında yaşayan Ermenilerin, gerek ABD’ye göç edenlerin yayaları, Türkiye’de kalanların yayalarından farklı hikâyeler taşıyor.
Kolektifimizden Talin Suciyan, Radyo Agos’ta iki kuşak öncesinin Ermeni Kadınlarının anlatıları üzerine konuştu.
İstanbullu Ermeni kadından beklenen performans, bayramlarda sofralar düzmek, akrabaları ağırlamak, iyi yemek yapmak, geniş ailenin bir araya getireni olmak, evin sürekli tertemiz, düzenli tutmak, her daim bakımlı ve şık olmaktır. Yani, mükemmelin de ötesinde bir insan türü olmalıdır İstanbullu Ermeni kadın! Madalyonun bir yüzü ev içindeki performanssa, diğer yüzü de cemaat içinde aktif olmak, kadın kollarında çalışmak, orada da görev almaktır. Buralarda var olmak için yukarıdaki beklentileri karşılamış olma ön şartı, söylenmeyen bir gerçek olarak karşımızda durur.
Ermenilerin İstanbul’a gelişleri, gerek Bizans döneminde gerek Osmanlı döneminde gücün merkezinde bulunanların, hükmedenlerin iradesiyle olmuştu. Celali isyanlarından batıya doğru kaçan Ermeniler İstanbul’a yakın yerlere yerleşmişlerdi ama İstanbul, kapılarını öyle kolay kolay açmamıştı. 19. yüzyılda kavarlı [İstanbul dışında, özellikle de doğu vilayetlerinde, ‘yergir’de yani memleketlerinde yaşayan] Ermeni erkekler gelebilmişti başkente – ucuz gündelik işçi olmaya, hamal olmaya, fırıncı olmaya… 20. yüzyılda ise, felaketlerin sonrasında kısa aralıklarla, katliamlardan, sürgünlerden kurtulan kadınlara ve yetimlere açmıştı kapılarını ‘Der Saadet’.
Kolektifimizden Talin Suciyan ve Dença Değirmenci, Radyo Agos’ta konuştu.
Ermeniler 1915’ten çok önce, maruz kaldıkları aşırı vergilendirme ve vilayetlerde sürmekte olan diğer baskıcı politikalar nedeniyle, ABD’ye göç etmeye başlamışlardı. Bu göç merkezlerinden en iyi bilineni, William Saroyan’ın da memleketi olan Fresno. Bir diğeri ise, kuşkusuz, Philadelphia. Bugün de Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bir eyalet olan Philadelphia’daki Ermeni ailelerin, Osmanlı vilayetlerinde yaşayan akrabalarıyla çok sayıda mektuplaşmaları, fotoğrafları, yani Ermenilerin 20. yüzyıl başındaki günlük hayat koşullarını belgeleyen aile arşivleri bulunuyor. Geçen yıl Stockton ve Montclair üniversitelerinde düzenlenen ‘The Armenian Genocide, One Family’s Story’ [Ermeni Soykırımı: Bir Ailenin Hikâyesi] başlıklı sergi, bunun iyi örneklerindendi.