Aylin Vartanyan
Koharig yayamla ilgili en canlı hatırladığım durum yerinde duramayan halleri ve olağanüstü yemek hazırlama meziyetiydi. Evde ne varsa onları bir araya getirip lezzetli sofralar hazırlardı. Anneannem sürekli yemek hazırlayarak, sevdiklerini (bazen zorla) besleyerek hayatına anlam katan biriydi. Belki de aile hikâyelerini anlat(ma)manın yolunu bu şekilde bulmuştu. Ursula K. Le Guin, “Taşıyıcı Torba Kuramı” başlıklı denemesinde, edebiyattaki kahraman anlayışına eleştirel bir pencere açar. Uzun vadede tahrip edici bir güce dönüşen kahramanlık anlatılarının yerine, taşıyıcı anlatıları önerir. Kahramanın silah taşıyan erkeksi bir figür olması yerine, ilk kültürel aracın öldürmek için değil, taşımak ve saklamak için kullanılan bir torba olduğunu hatırlatır. Antropolog Elizabeth Fisher’ın da desteklediği bu görüş, anlatının merkezine yaşamı sürdürmeyi, beslemeyi ve dönüşümü alır.
Lerna Babikyan
Babamın babası dedem Istepan 1915’te Tokat Erbaa’da birkaç genç kız akraba ve komşunun yardımı ile dönemin kız çocuğu kıyafetleri giydirilerek ve yüzüne çamur sürülerek kurtulmuş… “almayın onu, o çirkin” sözleri ile farkedilmemeye duacı olarak altı kardeşli ailesinin tek hayatta kalan ferdi olmuş henüz yedi yaşında. Annemin babası dedem Sarkis ise, Sinop-Gerze’de sepetçilik ve tarım ile uğraşan bir ailede dünyaya gelmiş, Ermenice öğrenmeden, kimliğini gizlemenin öneminin altı çizilerek büyümüş. Ona bazen hatıralarını sorduğumda önce hemen konuşmak istemez, sonra köyünün güzel doğasını hatırlar; bir süre sonra ise nahoş anılar dile gelir...
Susan Arpajian Jolley
Bu haftaki köşemizde, ABD’den Susan Arpajian Jolley’nin büyükannesini yazdığı yazısına yer veriyoruz. Bir süredir Parrhesia Kolektifi Kov Kovi grubunda büyükannelerimizi yani “yayalarımızı” konuşuyorduk. Kolektif üyelerimizin bu konudaki yazılarının ardından, Susan Jolley kendi yayasının hikayesini Agos okurları için paylaşmak istediğinde çok mutlu olduk. İngilizce orjinalini Agos’un internet sayfasından okuyabilirsiniz. Susan Arpajian Jolley’e bu yazısı için Kolektif olarak teşekkür ederiz.
Dença Değirmenci
1940’lı yıllarda Ereğli’de bir Ermeni kilisesi bulunmadığı için, yayamın babası Artin, vaftiz için Kayseri’den bir papaz getirmiş. O dönem vaftiz edilmemiş ne kadar çocuk varsa, bir günlüğüne yayamların evinde toplanmış, kepenkler kapatılmış, sessizlik içinde, kimse duymadan hep birlikte vaftiz edilmişler. Yayam da bu şekilde, 7 yaşında vaftiz olmuş. Konya Ereğli’de Cumhuriyet döneminde ne bir Ermeni kilisesi ne de bir Ermeni okulu varmış. Bu nedenle Ermenice öğrenememiş. Her sohbetimizde, bu eksikliğin onda bıraktığı hüznü derinden hissederdim.
Tamar Gürciyan
Benim için bu keman, iki dünya arasında sıkışıp kalmış hayatların, eskiyle beraber yeni hayata ayak uydurmaya çalışan bir kadının, imkânları ne olursa olsun hayatta kalan, yaşayan ve yaşamayı seven büyüklerimin bir hatırası oldu. Bu sergiyle, yatağın altında saklı kalmış fotoğrafları ve kemanı gün yüzüne çıkarırken, geçmişin acıları, kayıpları ve unutulmuş hikâyeleri ortaya döküp umuda yaklaşabilmeyi diliyorum.